Felsefeci Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, Cumhuriyetin kadınları erkeklerle eşit yurttaş haline getirdiğini bunun da en önemli kazanımlardan olduğunu söyledi. Kuçuradi, “etik değerler ile değer yargıları arasındaki farkı anlamanın, insanca yaşamanın ana koşulu olduğunu” belirtti.
“Eğitimde gördüğüm önemli sorunlardan biri, eğitimin kişilerin bilmeyle ilgili yeteneklerini geliştirmeye çalışması ama etik yeteneklerini göz ardı etmesi; ya da bunu din ve ahlak eğitimiyle yapmaya çalışmasıdır.
Oysa eğitim, etikle, değer ve değerlerle ilgili bilgilere dayandığında işe yarar. Etik değerler ile değer yargıları arasındaki farkın yeterince farkında değiliz. Bu farkları ve sonuçlarını görmek, insan olmaya yakışır bir yaşamın ana koşullarındandır.”
Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü ve İnsan Hakları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’ye göre Cumhuriyetimizin en önemli kazanımlarından biri, kadınları erkeklerle hak bakımından eşit yurttaş haline getirmesi. Prof. Kuçuradi, ikinci yüzyıl için ise “Gelip çıkmaza dayanmış olan postmodernizmin, toslaya toslaya bu çıkmazda en azından bazı delikler açacağını düşünüyorum” diyor.
Prof. Kuçuradi ile Maltepe Üniversitesi’ndeki odasında, 100. yılını kutladığımız Cumhuriyet, ikinci yüzyıl için öngörüler ve savaş, kötülük, mutluluk gibi hayata dair her şeyi konuştuk.
Cumhuriyetimizin ilk 100 yılındaki en önemli kazanımlar sizce neler?
Cumhuriyetimizin en önemli kazanımlarından biri, kadınları erkeklerle hak bakımından eşit yurttaş haline getirmesidir. Bugün niceliksel bakımdan hâlâ sorunlar varsa da kadınlar her alanda Türkiye’de ve uluslararası görevlerde başarıyla çalışıyor.
Tevhid-i Tedrisat’ın / Öğretim Birliği’nin yarattığı bazı sonuçlar önemlidir. Bu “bir”liğin olmadığı ülkelerde olan bitenler, bunun önemini daha da somutlaştırıyor. Ancak ülkemizin bir zıtlıklar ülkesi olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir: hasta bebekten “cinlerin çıkması için” kafasında bir delik açmayı öneren hoca da olabiliyor.
İlk 100 yıl, ikinci yüzyıla ne aktaracak?
Farklı alanlarda farklı şeyler aktaracak. 1978’de, yani 45 yıl önce, yaptığım bir konuşmada “19. yüzyıl 20. yüzyıla ne aktardı? Ve bazı temel değişiklikler araya girmezse, yirminci yüzyıl görünüşe göre neyi aktaracak 21. yüzyıla?” diye sormuş ve şu cevabı vermiştim: “19. yüzyıl, başkaldırma gerektiği düşüncesini yüzyılımıza aktardı; bu düşünce de gitgide öylesine bir gerçek oldu ki ölüm saçan başkaldırma çağın geleneği oldu. Ve uluslararası politikada bir “devrim”le temel bazı değişiklikler yapılmazsa, yüzyılımızın (20. yüzyılın) gelecek yüzyıla aktaracaklarının başında bu gelenek gelir.” Ne var ki bugün gördüğümüz birçok “başkaldırma” bir değer adına olmuyor. Kişinin, canının istediğini yapmakta serbest olmak şeklinde anlaşılıyor özgürlük. Postmodernizmin pekiştirdiği bu davranış biçimine ben “özgürlükçülük” diyorum.
Bu, dünya düzeyinde bir “gidiş”tir. Ayrıca kişiler “kendi doğruları”nı savunurken, herkes kendini haklı görüyor.
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı için neler öngörüyorsunuz?
Somut bir şeyler öngörmek çok zor. Ama gelip çıkmaza dayanmış olan postmodernizmin, toslaya toslaya bu çıkmazda en azından bazı delikler açacağını düşünüyorum.
ETİK GÖZARDI EDİLİYOREğitim anlayışındaki temel sorunlar neler sizce? “Tüm dünyada eğitim kalitesiz hale geliyor çünkü yönetenler düşünen, sorgulayan insan istemiyor” iddiası doğru olabilir mi?
Eğitimde gördüğüm önemli sorunlardan biri, sık sık söylediğim gibi, bu eğitimin kişilerin bilmeyle ilgili yeteneklerini geliştirmeye çalışması ama etik yeteneklerini göz ardı etmesi; ya da bunu din ve ahlak eğitimiyle yapmaya çalışmasıdır. Oysa bu eğitim, etikle ilgili bilgilere, değer ve değerlerle ilgili bilgilere dayanarak yapıldığı zaman işe yarar. Etik değerler ile değer yargıları arasındaki farkın hâlâ yeterince farkında değiliz. Bu farkları ve bunların sonuçlarını görmek, insan olmaya yakışır bir yaşamın ana koşullarındandır.
“Yönetenler düşünen, sorgulayan insan istemiyor” kanısı çok yaygındır. Ama ben, yöneticilerin çocuğunun böyle bir düşüncesi olduğunu sanmıyorum. Onlar da bu bilgilere sahip değil. Bu bilgilerin neye yaradığını kendi deneyimleriyle bilmeyen bir kişinin bu tür konularda “kulaklarının da kapalı” olduğuna şaşmamak gerekir.
Hayvanlara, doğaya, çocuklara, kısacası her şeye, her canlıya zarar veren insan, nasıl “insanlaşır”?
Bunu yapanlar, aslında zarar vermek niyetiyle yapmıyorlar. Amaçları kendilerini tatmin etmektir. Kendilerini tatmin ederken başkalarına zarar vermeleri bir sonuç oluyor. Bunun için kişileri insanlaştıran eğitim erken yaşlardan, günlük yaşamın doğal koşulları içinde başlamalı.
KENDİMİZİ KANDIRMAYALIM “İyi” olmak ne demek? Dünyayı iyi insanların yöneteceği bir gelecek hayalimiz olabilir mi?
“İyi olma”nın anlamı konusunda ancak “meta” bir şey, üzerine bir şey söylenebilir: “İyi olma” genellikle bir duyuşu dile getiriyor. Bunun için farklı tip insanlar “iyi olma”dan farklı şeyler anlıyor. Bu da doğaldır.
Dünyayı yönetenlerden bir kısmının bile etik değer bilgisi ve insan hakları bilgisiyle yönetmesi şimdilik yeterdi. Bu kadar övülen demokrasilerde bunun olması –en azından şimdilik– pek mümkün görünmüyor. Kendimizi kandırmaya gerek yok.
YAŞAM MEMNUNİYETİMutluluk mu daha önemli? Yaşamdan memnuniyet duymak mı? İkisi arasındaki fark nedir?
Sevgili Figen Hanım, benim böyle bir sorunum olmadığı için, böyle bir soru üzerinde düşünmedim. Şu anda düşünerek şunları söyleyebilirim: “yaşamdan memnuniyet duymak”/“bir kişinin kendi yaşamından memnun olması”: yaşamında değişmesini istediği bir şey görmemesi olarak anlaşılabilir. “Mutluluk”tan ise kişinin herhangi bir tatminsizlik yaşamamasını, istediklerine eksiksiz sahip olmasını anlamak mümkün.
Mutluluk son yıllarda moda olan bir tartışma konusu oldu. İsterseniz, size Aristoteles’in Nikomakhos’a “Etik” başlıklı kitabında bu konuda söylediğini şöyle özetleyeyim: Amaç-araçlar zincirinde, başka bir şeyin aracı olmayan, kendisi amaç olan şey iyidir. İnsanlar buna “mutluluk” (eudaimonia) diyorlar. Bir şeyin “iyi” olması, kendisi amaç olması dışında, bir de kendine yeter olması ve bunların yaşam boyu sürmesi gerekir. Böyle olan ise ancak bir tür yaşamdır: teoria yaşamı. “Teoria yaşamı” Aristoteles’in ayırt ettiği üç yaşam biçiminden biridir. Diğerleri “zevkler peşinde olan yaşam” ve “siyaset yaşamı”dır.
Sizin sorduğunuz iki ifade arasında ancak kişinin yaşamından memnun olmasında bir derece farkı var gibi görünüyor.
TRANSHUMANİZM AKIMI
Kimileri “Dünyada hümanizm artıyor, ulusalcılık yerine evrensel olma ön plana çıkıyor” diyor kimileri de tersini. Sizce dünya nereye gidiyor?
Sözünü ettiğiniz bu görüşlerin ikisi de dünyamızda var. Bir de transhumanizm akımı/modası var. Dünya nereye gidiyor? Babil Kulesi hikâyesi bu soruya cevap vermede işe yarayabilir. Dünyamız bu çıkmaza toslaya toslaya onda delikler açacak, kurbanlar vererek bir şekilde bu durumdan çıkacak. Ama ortaya çıkacak olan tarihselliğinde durumun ne olacağını söylemek mümkün görünmüyor –en azından ben söyleyemiyorum.
Bunca olumsuzluk içinde kendimizi iyi hissetmenin bir yolu var mı?
Bunun “yolu”, kendimizi “iyi hissetmek” gibi bir derdimizin olmaması!