‘Çin’in atılımı mucize değil, sabırla uygulanan kalkınma stratejisinin sonucu’

Paris Panthéon-Sorbonne Üniversitesi’nde profesör ve Fransa’nın en büyük, temel bilimler üzerine ise Avrupa’nın en büyük araştırma merkezi Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nde (CNRS) araştırmacı olan Rémy Herrera, dünden bugüne Çin’in kalkınma dinamiklerini Harici’ye değerlendirdi.

‘Çin’in atılımı mucize değil, sabırla uygulanan kalkınma stratejisinin sonucu’
REKLAM ALANI
Yayınlama: 04.04.2024
A+
A-

Fransa’nın önde gelen Marksist iktisatçılarından ve neoklasik iktisadın en önemli eleştirmenlerinden olan Rémy Herrera, çalışmalarında, kapitalizmin krizlerini tetikleyen finansal ve sosyo-ekonomik nedenlerin yanı sıra, kapitalizme alternatif ekonomi politik yaklaşımları tercih ederek farklı kalkınma modelleri uygulayan ülkeleri de incelemektedir. Eserlerinde başta Çin ve Küba olmak üzere, Asya ve Latin Amerika’daki ekonomik gelişmeleri tarihsel bakışla ele alan Herrera, neoliberal okulun bu ülkelerdeki gelişmelere dair iktisadi analizlerindeki Avrupa merkezci yaklaşımı da sorgulamaktadır.  

OECD ve Dünya Bankası’nda danışmanlık yapmış olan ekonomist Rémy Herrera, ayrıca Dünya Alternatifler Forumu’nun (WFA) eski sekreteri ve Uluslararası Kriz Gözlemevi’nin (OIC) de üyesidir.

Çin hakkındaki kitaplarınızla başlayalım. Çin ziyaretleriniz sırasında yaptığınız araştırma ve gözlemlere dayanarak herkesin tartıştığı Çin mucizesini siz nasıl yorumluyorsunuz?

Çin’in on yıllardır gözlemlenen gayri safi yurt içi hasılasının (GSYİH) yüksek büyüme oranıyla ilgili yorumda bulunan birçok kişi, bu olguyu tanımlamak için “mucize” terimini kullanıyor. Bana kalırsa bu bir mucize değil, bu (Çin’in GSYİH’nın on yıllardır hızla büyümesi) daha çok bu ülkenin ardı ardına göreve gelen Komünist Parti yetkinliğindeki hükümetlerinden sorumlu devlet ve üst düzey yetkilileri tarafından planlanıp sabırla etkin bir şekilde uygulamaya koyulan bir kalkınma stratejisinin sonucudur. 

Hemen hemen her yerde, akademik çevrelerde ve hâkim-ana akım medyada, Çin ekonomisinin “yükselişinin” yalnızca küreselleşmeye “açılmasından” kaynaklandığını okuyor ve duyuyoruz. Kendi adıma, bu denli hızlı bir büyümenin ancak Maocu dönemdeki çabalar ve başarılar sayesinde mümkün olduğunu eklemeyi gerekli görüyorum. Söz konusu küreselleşmeye açılım Çinli yetkililer tarafından çok sıkı ve sürekli olarak kontrol altında tutulmuştur. Küreselleşmeye açılımın ancak bu şartla (kontrol edilmesiyle) ülkenin tartışılmaz ekonomik başarısına katkıda bulunduğu düşünülebilir. Küreselleşmeye yönelik bu açılım, tutarlı bir kalkınma stratejisiyle tamamen uyum içerisinde olmasından ve iç hedeflerin ve ülke içi ihtiyaçların karşılanması zorunluluklarına tabi olmasından dolayı, uzun vadede Çin üzerinde bu kadar olumlu etkiler yaratabilmiştir. 

Şunun çok iyi anlaşılması gerekiyor ki açıkça Çin Komünist Partisinin eseri olan böyle bir kalkınma stratejisi geliştirilmeden; ve -unutulmaması gerekir ki-, Çin halkının bu kalkınma stratejisinin devrimci süreçte uygulanması için harcadığı enerji olmadan, Çin Komünist Partisi ülkeyi kapitalist dünya sistemine dahil etmiş olsaydı, Güney ve Doğu’daki diğer pek çok ülkede olduğu gibi, kaçınılmaz olarak ulusal ekonomisinin, hatta kendi varlığının tamamen yok olmasına yol açabilirdi. Temel bir noktayı aklımızda tutmalıyız: Ekim 1949’da Devrim’in zaferinden önceki yüzyıldan daha fazla bir süre boyunca “açılım”, Çin halkı için her şeyden önce teslimiyet, yıkım, sömürü, aşağılanma, çöküş ve kaos anlamına geliyordu.

‘Çin kamu işletmelerinin gücü, bunların Batılı şirketler gibi yönetilmemesinden kaynaklanıyor’

Çin’in başarısının Batılı kalkınma modellerinden farkı nedir?

Çin hükümeti tarafından uygulanan kalkınma stratejisinin başarısı ve bunun bu ülkenin nüfusu için getirdiği çok sayıda faydalı etki, Batı ülkelerinde uygulanan ve genel olarak kuzey ülkelerindeki işçiler için ekonomik, sosyal, kültürel ve hatta ahlaki açıdan felaketle sonuçlanan neoliberal ekonomi politikası uygulamalarının başarısızlığıyla keskin bir tezat oluşturmaktadır.

Özgül bir örnek vereceğim bu konu hakkında. Çin devlet mülkiyetindeki işletmelerin gücü, bunların Batılı uluslararası şirketler gibi yönetilmemesinden kaynaklanmaktadır. Borsada işlem gören ve sahiplerine ödenen temettülerin maksimize edilmesini gerektiren hissedar değeri, hisselerin değerlenmesi ve yatırımların hızlı geri dönüşü mantığına göre işleyen bu batılı şirketler, yerel veya uluslararası bir taşeron zincirini sıkıştırarak faaliyet göstermektedir. Fakat Çinli kamu işletme grupları bu şekilde davranmamaktadır. Eğer bu kadar açgözlü davranırlarsa, küçük ve orta ölçekli yerel işletmelere ve daha geniş anlamda tüm ulusal sanayi dokusuna zarar verecek şekilde hareket etmiş olacaklardır. Çinli büyük kamu şirketlerinin çoğunluğunun kar etmesinin veya kar eder hale gelmesinin sebebi onlara rehberlik eden pusula özel hissedarların zenginleşmesi değil, üretken yatırımlara verilen öncelikler ve müşterilerine sunulan hizmettir. Üstün, uzun vadeli veya ulusal stratejik çıkarlara ve kısmen yerel ekonominin geri kalanını canlandırmaya ve acil kâr yaratma vizyonunun ötesine geçmeye hizmet ettikleri sürece, Çinli kamu şirketlerinin kârlarının Batılı rakiplerinden daha düşük olmasının sonuçta onlar için bir önemi yok. 

‘Çin’de kapitalizmi kontrol eden devlettir, tersi değil’

Çin’in kapitalist yöntemleri benimsediğini iddia eden Batılı Marksistler, Çin’in finansal/servet büyümesini ne ölçüde doğru değerlendiriyorlar?

Batılı Marksist yazarlar arasındaki tartışmalarda yazarların büyük bir çoğunluğu Çin ekonomisinin kapitalist olduğunu ileri sürmektedir. Örneğin David Harvey, Çin ekonomisini 1978 yılı reformlarından bu yana, çok otoriter olarak nitelendirdiği bir merkezi kontrol çerçevesinde işletilen giderek daha fazla neoliberal bileşenin dahil edildiği bir tür piyasa ekonomisinin yer aldığı “Çin özelliklerine sahip bir neoliberalizm” olarak gördüğünü ifade ediyor. Ona katılmıyorum. Panitch ve Gindin, Çin’in dünya ekonomik sistemine entegrasyonunun sonuçlarını analiz ediyorlar ve bunu, Çin açısından küresel kapitalizmi yeniden yönlendirmek için bir fırsattan çok, daha önce Japonya tarafından üstlenilen Amerika Birleşik Devletleri’ne küresel hegemonyasını sürdürmek için gerekli sermaye akışları sağlayan “tamamlayıcı” rolünün bu sefer Çin tarafından tekrarlaması olarak görüyorlar; bu durumun da dolayısıyla Çin’de mali piyasaların serbestleştirilmesine yönelik bir eğilim oluşmasına, sermaye hareketlerini kontrol eden araçların ortadan kaldırılmasına ve Çin Komünist Partisinin gücünün temellerinin zayıflamasına yol açtığını iddia ediyorlar. Ben bu yazarların yanıldığını düşünüyorum.

Kesinlikle daha az sayıda fakat diğerleri kadar önemli olan Çinli veya yabancı diğer Marksistler ise Çin’de şu anda yürürlükte olan politik-ekonomik sistemin, “Devlet kapitalizmi” ile karşılaştırılabilir veya ona yakın olmasına rağmen, gelecek için daha geniş bir olası yörünge yelpazesine açık kapı bırakacağı fikrini savunmaya devam ediyorlar. Kendi adıma bu fikri, Çin sisteminin bugün hala sosyalizmin temel unsurlarını içerdiğini ileri sürecek kadar ileri götürüyorum. Bunu ifade ettikten sonra, bu sistemin doğasına ilişkin yorum, benim görüşüme göre, onu hâlâ kapitalizmden açıkça ayıran sütunlara dayanan “piyasa sosyalizmi” ile uyumlu hale geliyor. Kendi adıma şunu söyleyebilirim; Çin’de kapitalistler olmasına rağmen (ve çok sayıda milyarder de var), Çin sistemini kapitalist olarak nitelendirmek mümkün değildir. Elbette “devlet kapitalizminin” unsurları var ama ben Çin sistemiyle ilgili olarak “piyasa sosyalizminden”, daha doğrusu “piyasayla sosyalizmden” bahsetmeyi tercih ederim. Çinlileri “Çin renginde sosyalizmden” bahsederken ciddiye almamız gerektiğini düşünüyorum. Bu sadece propaganda değil; bu bir gerçektir, onların gerçekliğidir.

Örneğin parasal ve finansal düzeyde, Çin’in kamu otoritelerinin finansal piyasaların gücüyle başa çıkabildiğini, ancak aynı zamanda ulusal para birimi yuanı savunarak “büyük bir para duvarı” inşa edebildiklerini de belirtmek gerekir. Parayı kalkınmanın hizmetine sunmayı başardılar. Teknikleri daha esnek hale getirilmiş, modernleştirilmiş ve günümüzün taleplerine uyarlanmış, bu sayede çok daha etkili olan çok güçlü stratejik planlama, sosyalist yolun ayırt edici bir özelliğidir. Devletin para biriminin ve tüm büyük bankaların kontrolünü ele alması, mali kuruluşların faaliyetlerinin ve ulusal topraklarda faaliyet gösteren yabancı firmaların davranışlarının yakından izlenmesi gibi olmazsa olmaz bir koşuldur. Bir kez daha ifade etmek gerekirse, Çin’de kapitalizmi kontrol eden devlettir, tersi değil. En azından şimdiye kadar durum böyledir. 

‘Çin dünyanın egemen gücü olma arzusunda değil’

Çin’in Başkan Biden’la yaptığı toplantı, ekonomik hakimiyetinden uluslararası arenada, özellikle Afrika, Latin Amerika ve Orta Doğu’da ve Rusya’ya karşı tutumunda daha belirgin bir siyasi varlığa geçişin sinyali mi oldu? Çin çok kutuplu dünyanın odak noktası olmayı mı hedefliyor?

Çin, Amerika Birleşik Devletleri’nin yerini alarak dünyanın egemen gücü olma arzusunda değil. Çin’in böyle iradesi de zihniyeti de yok. Öte yandan, şu ana kadar ABD’nin rakipsiz (ve kabul edilmelidir ki son derece saldırgan bir şekilde) hüküm sürdüğü tek kutuplu dünyaya karşı, Çin’in çok kutuplu bir dünyanın inşasına katkıda bulunmaya çalıştığı açıktır. Çin’in siyasi liderleri uluslararası ilişkilerde evrensel barış ve dengeyi amaçlıyorlar. Ama ülkelerinin egemenliğini, hiçbir yabancı egemenliğine boyun eğmeden savunacakları çok nettir. 

ABD ile Çin arasındaki “ticaret savaşı” ile ilgili olarak, Çinli yazarlarla ortak yazdığımız “Turning One’s Loss Into a Win? The US Trade War With China in Perspective” başlıklı akademik makalede 1978’den bu yana iki ülke arasındaki ticarete entegre edilen çalışma saatlerinin, aynı miktardaki ticari alışverişle karşılaştırıldığında bu oranın Çin’de ABD’den daha fazla olduğu ve aralarında ABD lehine ve Çin’in aleyhine eşitsiz bir değer değişimi olduğu ortaya çıkarılmaktadır. Başka bir deyişle, Çin’in son on yılda artan ikili ticaret fazlası kaydettiği gerçeği ihracata dâhil edilen çalışma süresi açısından özellikle Amerika Birleşik Devletlerine fayda sağladığı (bizim hesaplarımıza göre) gözlemiyle değerlendirilmelidir. 

Böyle paradoksal bir bağlamda, 2018’de Çin’e karşı ticaret savaşının patlak vermesi, o zamanlar Başkan Trump liderliğindeki ABD yönetiminin, ABD’nin ticaretteki avantajının yükselen ana rakibi Çin karşısında yavaş ve düzenli olarak bozulmasını yavaşlatma girişimi olarak yorumlanabilir.

‘Çin ve Rusya, petro-yuan-altın adı verilen alternatif yeni bir para birimini piyasaya sürmeye karar verdiler’

Çin, ABD egemenliğine karşı çok sayıda gücün olduğu bir dünya için uluslararası ekonomik ilişkileri nasıl düzenliyor? Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRICS örneklerini düşünürsek, yakın gelecekte ABD dolarının hakimiyetini dengeleyecek küresel bir ödeme yöntemi oluşturulabilir mi?

Çin, ABD’nin kapitalist dünya sistemi üzerindeki hakimiyetinin iki temel direğinin askeri ve parasal olduğunu anladı. Bu nedenle Şanghay İşbirliği Örgütü gibi stratejik ittifak ağlarının ve BRICS grubu gibi ekonomik ittifak ağlarının oluşturulmasına aktif olarak katıldı. Ayrıca bu iki sütunun birbirine bağımlı ve dolayısıyla kırılgan olduğunu da anladı. Bu nedenle bir dizi yenilikçi ve cesur girişim başlattı.

Bunlardan bazılarına başka bir kitabımda (Money adlı Palgrave Mcmillan yayınevinden yayımlanan) değiniyorum. Örneğin Çin, dünyanın en büyük ithalatçısı olduğu petrol piyasasında hâkim olan düzene meydan okumayı planlıyor. Çin, 2018 yılından bu yana, o yıla kadar bu alanda tartışmasız olan Londra Brent ve New York West Texas Intermediate (Wall Street’te bu emtiaya ilişkin ham fiyatları ve vadeli işlem sözleşmelerini tanımlamak için standart oluşturan) gibi referanslarla rekabet edebilmek için Şanghay Uluslararası Enerji Borsası’nda yabancı yatırımcıların erişebileceği, yuan cinsinden petrol vadeli işlem sözleşmelerini teşvik etmeye karar verdi. 

Bu bağlamda, Çin ve Rusya (hâlihazırda ekonomik açıdan dinamik -ve askeri açıdan caydırıcı-olan ve ABD’ye karşı güvenilir bir denge unsuru teşkil edecek bir ittifak oluşturan) “petro-yuan-altın” adı verilen doları koltuğundan edebilecek küresel ve alternatif yeni bir para birimini piyasaya sürmeye karar verdiler. Petro-yuan-altın, temel bir emtia olan petrole dayalı ve altına bağlı bir küresel para birimi projesidir ve bu artık Washington’un ulaşamayacağı bir başarıdır. Nitekim Çin’in avantajı yalnızca yüksek GSYİH büyüme oranında değil, aynı zamanda başlıca altın üreticisi ve alıcısı olması ve Rusya’nın da ABD’nin önünde dünyada üçüncü sırada yer alması gerçeğinde yatmaktadır. 2018 yılında Pekin, küresel enerji borsasında geniş bir petrol-yuan-altın ticaret tesisini teşvik etme girişiminde bulundu. Sonra sıra metal-yuan-altın’ın hayata geçirilmesine geldi. Çin, aldığı yuan’ları petrol teslimatları ve metal alımları için altın olarak değiştirmeyi teklif etti. Bu olayların küresel sistem üzerinde önemli etkileri olacaktır.

REKLAM ALANI
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.