Vincent Van Gogh’u kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarda aşka ilişkin görüşlerine bir göz atalım.
Van Gogh bir zamanlar İngiltere’de maden ocakları işçileri arasında papaz olmak ister, yaşı henüz 25 olmadığı için kabul edilmez. Yerin altında çalışan işçileri düşündükçe “Karanlıkta parlayan ışık” üzerine de düşünür.
Kendisinden dört yaş küçük kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarda yaşamının nasıl da zor olduğunu görürüz. (*)
“Bana çok dokunan bir olay, modele bugün gelmemesini söylemiştim ama nedenini söylememiştim (parası yoktur) derken kadıncağız çıkageldi, ben de itiraz edecektim ki: ‘Evet ama poz vermek için gelmedim, yemeğiniz var mı diye bakmaya geldim’ demez mi! Bir tabak fasulye ile patates getirmiş. Hayatta yaşamaya değer şeyler var doğrusu.”
Van Gogh’un yaşadığı en büyük sorunlardan biri para sıkıntısıdır. Theo para gönderdiği için ona karşı yaşadığı mahcubiyeti mektupların çoğunda görürüz. Bir gün çok iyi eserler yapacak ve kardeşi ondan memnun olacaktır, Theo’ya bunu vaat eder.
Ressam olup olmadığıyla ilgili büyük gerilimler yaşamıştır. İçinden bir ses ona, “Sen ressam değilsin” der. O sesi susturmak için var gücüyle resme sarılır. Sanatı “insanın kendini doğaya eklemesi” olarak tanımlayan Van Gogh, kendini doğaya eklemek için büyük mücadeleler verir.
“Hiçbir değerim yoksa bugün, ileride de bir değerim olmayacaktır ama ileride bir değerim olacaksa bugün de vardır demektir.”
ÜÇ OLASILIKLI AŞK
Mektuplarda aşka ilişkin fikirlerini de görürüz. Üç biçimi vardır bu işin: Sevmemek ve sevilmemek, sevmek ve sevilmemek, sevmek ve sevilmek.
Şöyle der, “Bence ikinci aşama birincisinden güzeldir, üçüncüye gelince onun üstüne yoktur.”
Van Gogh, sevmiş ama sevilmemiştir, “Sizi kendimi sevdiğim kadar seviyorum dedim. İşte o zaman bana; ‘Hayır, hiçbir zaman!’ karşılığını verdi.”
“Hayır, hiçbir zaman!” sözüyle karşılaşırsak Van Gogh’a göre sevmekten vazgeçmemeliyiz. Bu sözü ilk duyduğunda cehennem cezasına çarptırılmış gibi hisseder kendini. Fakat sonra ruhuna çöken sıkıntının ortasında bir ışık doğar, hayatı gerçekten sever olur. Hayatla aşk onun gözünde aynı şeydir.
“Ben bıktım üzüntüden, canı isteyen üzülsün. ‘Yalnız o! Başkası olamaz!” demesini bilmeyen adam aşkın ne olduğunu bilir mi?”
Âşık olmak yeni bir kıta keşfetmek gibidir. İnsan yeryüzüne o an ayak basmış gibi hisseder kendini. Renkler henüz eskimemiştir sarı gerçek bir sarı, yeşil gerçek bir yeşildir. Aşk, tutkuların en büyüğüdür. Tutkular insan gemisinin yelkenidir. Deniz dalgalıdır, bu dünya hiç de kolay bir yer değildir, boğulmak herkes için bir an meselesidir. Ancak hayatımızda bir “aşk yelkeni” varsa dalgalarla baş etmek mümkün hale gelir.
“O beni sevmiyor” deyip aşktan vazgeçmemeli. Sevmek duygusu kapıyı kolay kolay çalmıyor. Hazır “sevmek” gelmişken onu en iyi şekilde ağırlamalı.
Van Gogh aşktan vazgeçmediği gibi tüm koşullara karşın resim yapma arzusundan da vazgeçmemiştir. Theo’ya şöyle der:
“Bu bana pahalıya mal oldu. Kırık dökük bir beden, iyice oynatmış bir kafa, bir de adam gibi yaşamak varken benim yaşadığım hayat… Ya sana? Sana neye mal oldu? Diyelim 15 bin Frank’a, bana avans verdiğin paraya. Ha… Dünya bizimle alay etmesin…’
* Vincent Van Gogh, Theo’ya Mektuplar, Çeviren: Azra Erat.