İsrail’in Filistin’de sürdürdüğü katliama tepki olarak Kızıldeniz’de İsrail’le ticaret yapan gemilere saldıran Yemenli Husilere ABD ve İngiltere tarafından hava harekâtı başlatıldı. İran vekil güçleriyle ABD arasında Ortadoğu’nun tamamını saran bir çatışmanın başlamasından korkuluyor.
7 Ekim’den bu yana İsrail’in Gazze’de işlediği suçlar Ortadoğu’yu alt üst etmeye devam ediyor. İran ile diplomasiye ağırlık verip vaktini ve kaynaklarını Ukrayna ile Tayvan’a ayırmak isteyen Biden yönetimi kendini yeniden Ortadoğu’ya saplanmış şekilde buldu. Uzun yıllardır güç kaybeden ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuzu 7 Ekim sonrası İran’ın vekil güçleri tarafından doğrudan hedef alınmaya başlandı.
Yemen’de Ensarullah, Lübnan’da Hizbullah, Irak ve Suriye’de Haşdi Şabi olmak üzere tüm İran vekil güçleri İsrail ve ABD’ye ait unsurları vurmaya başladılar. Bu saldırıların arasında şüphesiz ki en çok gündeme oturan Yemenli Husilerden oluşan Ensarullah’ın Kızıldeniz’de İsrail ile iş yapan ticaret gemilerine el koyması oldu.
HUSİLER ‘DÜNYAYA’ KARŞI
Yemenli Husilerin Suudi Arabistan’la 8 yıldır devam eden savaşı, Çin’in arabuluculuğu sayesinde ancak son bulabilmişti. Barışın üzerinden bir yıl dahi geçmeden Husiler kendilerini tekrardan bir çatışma ortamının içinde buldular. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü insanlık dışı politikalara karşılık “soykırım önleme” amacıyla İsrail ile ticaret yapan gemilere karşı operasyon başlattıklarını duyurdular. Kısa süre içerisinde yapılan birkaç saldırıyla Kızıldeniz üzerinden geçen deniz ticaretinin yüzde 95’inden fazlası tüm Afrika kıtasını dolaşarak Batı’ya ulaşmak durumunda kaldı. Bu ticaretin neredeyse 15 gün kadar gecikmesine yol açmıştı.
ABD, Husileri durdurmak adına “tüm dünyayı” arkasına alarak “refah muhafızı” adında bir operasyon başlattı. Ancak operasyona katılım gösteren ülke sayısı çok azdı. Mısır ve Türkiye gibi bölgesel güçler katılmazken Fransa bağımsız operasyon yapacağını söylemiş, Norveç ise sadece birkaç subay göndereceğini açıklamıştı. İşin sonunda operasyona doğrudan destek sadece Hollanda, Bahreyn, Kanada, İngiltere ve ABD’den geldi. Ancak büyük kısmı Anglosaksonlardan oluşan bu ittifak Husilere karşı caydırıcı bir güç olamadı. Böylece İngiltere ve ABD tek seçenek olarak Yemen’de çeşitli askeri hedeflerin bombalanmasında karar kıldı.
Ancak bu operasyonun ne kadar başarılı olacağı tartışmaya açık. Husiler, 8 yıl kadar kendisinden teknolojik anlamda daha kuvvetli olan Suudi ordusuna karşı savaştı. Bu süre boyunca Yemen’e ABD silahlarıyla binlerce hava harekâtı düzenlendi. Hava saldırılarına karşı stratejik konumlandırmalarını genelde dağlara ve yeraltı üslerine yapan Husiler Suudi güçlerini def etmeyi başardılar.
Şüphesiz ki ABD’nin hava kuvvetleri Suudilere kıyasla çok daha etkin olabilir. Ellerinde Bunker Buster denilen ve yer altı üslerini vurmak için kullanılan silahlar da mevcut. Ancak bu bombaların 30 yılın üzerinde Ortadoğu’da var olduğu, Suudilerin 2015’te ABD’den alıp Yemen’de kullandığı ve Hamas’ın dahi Gazze’de önlem olarak daha derine tüneller inşa ettiği düşünüldüğünde sadece hava harekâtıyla Husilerin askeri kabiliyetlerinin bitirilmesi mümkün olmayabilir. İlk izlenimlere göre ABD ve İngiltere, limanların ötesinde daha derinlerdeki hedefleri de vurdu. En azından ilk saldırılar “göstermelik” algısı yaratmadı.
Tabii bir de Biden’ın yüzleşeceği ülke içi tepkiler var. 2018’de Suriye’de yapılan SİHA saldırıları öncesi kongrenin izninin alınmaması yüzünden Trump’ı topa tutan Demokratların Yemen saldırısına “izinsiz” girişmesi tepkileri beraberine getirdi. Eski Başkan Trump, Biden için “bizi yok yere 3. Dünya Savaşı’na sokacak” dedi.
SAVAŞ YAYILACAK MI?
Son birkaç aydaki gelişmeler savaşın tüm Ortadoğu’ya yayılacağı algısını güçlendirdi. Ancak İran, vekil güçlerini bugüne kadar tehlikeye atmaktan hep kaçındı. İranlı General Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi sonrası verilen karşılığın zayıflığı tepki çekmişti. Bugün Lübnan’da epey güçlü olan ve daha önce İsrail’i yenilgiye uğratan Hizbullah dahi, İsrail’e yaptığı saldırıları taciz atışlarıyla sınırlı tutuyor.
Yani İran da ABD de tansiyonu arttırmaktan biraz çekiniyorlar. İsrail’in tutumu ise tam tersi. Siyasi olarak giderek zayıflayan Netanyahu, 7 Ekim’de yaşanan facia sonrası hükümetin aşırı sağcı üyelerine daha da bağımlı hale geldi. Bu nedenle İsrail, ne Gazze’de ateşkes ne de Lübnan’la diplomatik çözüme yanaşmıyor. İsrail tarafından yapılan açıklamalar, Lübnan’da Hizbullah’a bir operasyonun yaklaştığı izlenimini yaratıyor.
ORTADOĞU’DA ‘BRICS’ İZLERİ
7 Ekim’den bu yana Ortadoğu’da İsrail ve ABD çıkarlarının tersine yapılan birçok hamlede BRICS ekonomik topluluğunun izlerine rastlamak mümkün. Bu topluluk Hindistan ve Çin gibi kendi arasında “kavgalı” ülkeleri barındırmasına rağmen son dönemde ekonomik bağların ötesine ulaşan bir birliği temsil ediyor.
BRICS’ın bir üyesi İran, tüm vekil güçleriyle ABD ve İsrail’in karşısında yer aldı. BRICS’in üyeliği henüz 1 ayını doldurmamış yeni üyesi Suudi Arabistan, 8 yıllık vekil savaşının ardından İran’la barıştığı gibi Husilere operasyon için ABD tarafından yapılan çağrıları yanıtsız bıraktı. BRICS’ın bir başka üyesi Çin, iki ülkeyi barıştıralı 1 yıl dahi olmadı. Bir başka üye Güney Afrika ise Husilerin Kızıldeniz saldırıları sonrası tüm dünya ticaretinin ortak noktası oldu. Dahası, İsrail’i soykırım suçuyla Uluslararası Mahkemelere taşıyarak işi bir adım daha ileri götürdü. Bu sırada BRICS’ın devlerinden biri olan Rusya, Batı kamuoyunun ilgisinin Ukrayna’dan uzaklaşmasından ve ABD’nin önem sırasında İsrail’i seçmesinden son derece memnun.
Tabii bu teze karşı sunulabilecek önemli hususlar da var. Mesela Güney Afrika’nın bu denli ticari bir trafiği kaldıracak liman altyapısına sahip olmadığı söyleniyor. Böylece Güney Afrika bu gelişmelerden maksimum kazanç elde edemiyor. Ya da BRICS’ın diğer bir üyesi Hindistan, diğer üyelerin aksine İsrail-Filistin arasında keskin bir taraf seçmedi. BRICS giderek büyüyen bir topluluk olsa da üyeler arası jeopolitik sürtüşmelerin devam ettiği bir yapıya sahip olmasından ötürü hala “kolektif Batı’ya” karşı denk bir kuvvet oluşturmadığını söylemek doğru olur.
Yani kısacası, başını İran’ın çektiği bu olaylar silsilesinin bir amacı İsrail’i yalnızlaştırmak, diğer amacıysa ABD’nin dört bir yanda başına “iş açarak” küresel nüfuzunu zayıflatmak. Biden hükümeti, küresel nüfuzu üzerinde sürekli açılan delikleri tıkamaya çalışırken Ortadoğu’da patlayacak büyük ölçekte bir savaştan çekiniyor. Hem ülkesinin nüfuzunu korumak istiyor hem de seçim arifesinde dünya ekonomisini derinden sarsacak olaylara sebep olmak istemiyor. Büyük savaş ihtimaliyle ilgili ilk emareler ise hiç olumlu değil.