Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin TİP milletvekili Can Atalay hakkındaki ihlal kararında esasa ilişkin görüş bildirmesinin hukuka aykırı olduğunu söyledi. Sağkan, “Dosya ilk derece mahkemesine iade edilmeliydi” dedi.
Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’a yönelik Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) ihlal kararına uymaması ve ihlal yönünde oy kullanan üyeler hakkında suç duyurusunda bulunmasıyla başlayan yargı krizine ilişkin Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
AYM, milletvekili Can Atalay hakkında seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği tespiti yaptı. İzlenilmesi gereken yolu ve yöntemi de kendi kanunlarında belirtilen usuller çerçevesinde gösterdi. Hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için yeniden yargılama sürecinin başlatılmasını, hükmün infazının durdurularak tahliye edilmesini, milletvekili olması nedeniyle de yeniden yargılamada durma kararı verilmesi gerektiğini hükme bağladı. Bahsedilen yöntemi uygulamakla görevli ve yetkili mercii olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne (ACM) gönderdi. Bu yolu uygulayabilecek tek makam, ilk derece mahkemesidir. Yani yeniden yargılama işlemini başlama yetkisi Yargıtay’ın değil, ilk derece mahkemesinin yetkisinde. Hukuk krizi olarak adlandırılan duruma neden olan ilk unsur, İstanbul 13. ACM’nin ‘Ben AYM kararına bakmıyorum, yetkili olan Yargıtay’ şeklindeki, bana göre tamamen hukuk dışı kararıdır. Bu karar hukuka, usul kurallarına, anayasamıza aykırı. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, AYM’nin verdiği kararı yerine getirme sorumluluğunun ilk derece mahkemesinde olması gerekçesiyle dosyayı iade etmeliydi. İkinci ihlal, dairenin dosyayı iade etmeyerek, AYM kararının değerlendirilmesi yönünde dosyanın esasına girmesidir. Üçüncü ve en önemli ihlal ise dairenin Türkiye’deki hukuk sistemini tamamen tartışmaya açan, anayasayı yok sayan, AYM kararına uymayacağını ifade eden karardır. TBMM’ye de talimat verme noktasına kadar varan bir yazım dili söz konusu. Yargıya güvene çok büyük zarar veren daire ve İstanbul 13 ACM’nin hukuka aykırı kararlarına karşı yargının kendi kurumsal yapısı içinde çözümü geliştirebileceğini görüyoruz. Yasal düzenlemeler buna imkan tanıyor.
Olayın çözülmesi için hangi acil adımlar atılmalı?
Öncelikle AYM kararını uygulayacak İstanbul 13. ACM’nin hukuka aykırı karar alan başkan ve üyelerinin görevden tedbiren el çektirilmeleri, dosyayı bakmakla yükümlü yeni heyet atanması gerekiyor. Dosya hakkında Yargıtay’ın, yetkisiz de olsa verdiği bir karar var. Bu sebeple Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın, dairenin kararını Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na taşıması, kararın ortadan kaldırılması ve dosyanın İstanbul 13. ACM’ye iade edilmesi, AYM kararının uygulanması, Atalay’ın tahliye edilmesi, bize göre yargının kendi attığı düğümü çözmenin en doğru yöntemi.
Anayasanın 14 ve 83. maddeleri tartışma konusu. AYM kararına katılıyor musunuz?
Anayasanın 83. maddesi, milletvekili dokunulmazlığı, 14. maddesi de temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanımına ilişkin başlık. İki madde arasındaki yorum konusu, tartışılan konu. AYM, ilk defa böyle bir konuyu değerlendirmiyor. Daha önce Enis Berberoğlu, Mustafa Balbay, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Engin Alan kararları var. AYM, hep aynı şeyi söyledi bu kararlarında. Yani istikrarsız bir tutumu yok. İlk karardan itibaren 14. maddenin açık bir hüküm içermediğinin, yoruma daha kapalı, somut ve öngörülebilir şekilde düzenlenmesi gerektiğinin hep altını çizdi. Kimse, ‘AYM dün farklı, bugün farklı uygulama yaptı’ diyemez. AYM’nin yorumunu hukukçu olarak doğru buluyorum. TBMM’de bugüne kadar çalışma olmaması nedeniyle krizin bir noktası da 14. maddenin ne şekilde yorumlanacağı oluyor. Bu TBMM’nin görevi.
AYM üyeleri hakkındaki suç duyurusunun sonucu ne olur? Geçerliliği var mı?
AYM üyeleri hakkındaki bir ceza soruşturmasının nasıl yürüyeceği AYM’nin kuruluş kanununda açıkça belirtiliyor. Soruşturma yapılabilmesi için AYM Genel Kurulu’nun karar alması gerekiyor. Yöntem tartışması var. Ağır cezayı gerektiren suç üstü hali ise genel usullere dönmek gerekir. Daire, böyle değerlendiriyorsa başvuruyu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapmalıydı. Görev suçu kapsamında tanımlıyorsa başvuruyu AYM’ye yapmalıydı. Karardan anladığım kadarıyla daire, konuyu görev suçu olarak tanımlamış. Başsavcılığın, dilekçeyi AYM’ye iletmek dışında bir görevi olmadığını düşünüyorum. Soruşturmanın nasıl olacağı çok farklı bir konu. Bu noktaları tartışıyor olmayı doğru bulmuyoruz.
‘KARŞILIKLI ATIŞMAYA DÖNMEMELİ’
AYM, krizden bu yana açıklama yapmadı. Kendini savunmalı mı?
Kurumların, verdikleri kararlarla zaten söylemek istediklerini ifade ettiklerini düşünüyorum. Karşılıklı atışmaya dönüşecek açıklamalar ne sorunun çözümüne ne de yargıya güvene ilişkin katkı sunabilir. Ayrıca dairenin, eleştirsek de verdiği uymama yönünde bir karar var. Bu kararın, Atalay’ın müdafileri tarafından bireysel başvuru yoluyla AYM’ye taşınma süreci kuvvetle muhtemel görünüyor. Haliyle AYM, kendi kararına uyulmaması yönünde bir kararı, tekrar tartışacak ve karar alacak. ‘İhsası rey’ noktasına varacak bir açıklama yapmaktan özenle kaçındıklarını tahmin ediyorum. Böyle bir durum olduğunda AYM üyeleri, AYM kararlarına uyulması konusunda anayasanın 153. maddesine oy çokluğuyla mı yoksa oybirliğiyle mi sahip çıkacak? Bu bizim de merakla beklediğimiz bir konu başlığı.
Bu konuyla birlikte alevlenen bir yeni anayasa tartışması var…
Anayasa değişikliği tartışmaları bu olaydan önce başladı. Anayasa, sadece Meclis’in konusu olacak bir konu değil. Toplumsal uzlaşı sözleşmesidir anayasa. Büyük bir uzlaşı zemininde tartışılması gerekiyor. Anayasanın ilk dört maddesinin tartışma konusu olmayacağına dair somut bir açıklama olmadığı sürece TBB olarak tartışmalardan uzak duruyoruz. Bu konunun hassasiyeti bizler için çok önemli. İlk 4 madde ile bunları destekleyen diğer hükümlerin tartışma konusu edilmeyeceği net olarak açıklandıktan sonra anayasanın bazı maddelerinin günümüz şartlarını taşımadığı konusu tartışmaya açıktır. Bizim de özellikle yargı başlığı altığında değişmesini düşündüğümüz unsurlar var. Örneğin HSK yapısının siyasal iktidarın etkisinden uzaklaştırılarak bağımsızlaşması, savunma hakkının ve bu hakkı temsil eden avukat ve baroların yargı başlığı altında anayasayla teminat altına alınması, bizim de istediğimiz değişikliklerden. Böyle bir tartışmada ilk olarak niyetin ortaya konması gerektiğine inanıyoruz. Niyetin başında da cumhuriyetin temel niteliklerine ilişkin bir tartışmanın olmayacağı net şekilde ifade edilmeli.
İhlal yönünde oy kullanan AYM üyeleri hedef gösterildi. Türkiye, geçmişte bunun acı örneklerini yaşadı…
Bu konuda suç duyurusunda bulunduk. Tartışma konusu olan, geçmişteki uyarılarımızın gözardı edildiği, “haklı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunu düzenleyen TCK 217/A’yı da özellikle suç duyurusunun içine koyduk. Son zamanlarda bu madde kullanılarak gazeteciler gözaltına alındı, hatta tutuklandı. Birkaç gün önce de bir avukat bu madde kapsamında gözaltına alındı, ev hapsi uygulandı. Bu madde, ifade özgürlüğünü baskılamaya dönük bir araç olarak kullanılmaya son derece uygun bir madde. Öngörülebilirlikten uzak. Bu haliyle ifade hürriyeti ve basın hürriyeti üzerinde önemli bir baskı aracı olacaktır demiştik. AYM, bize göre açıkça anayasaya aykırı olan bu düzenlemeyi, anayasaya aykırı bulmayarak, iptal isteminin reddedine karar verdi. Biz de bu kararı eleştiriyoruz. Ancak kararın uygulanıp uygulanmamasının tartışmaya açılmasını kesinlikle tasvip etmiyoruz.
‘UYGULAMA TARTIŞMAYA AÇILMAMALI’
Mahkemelerin kararları eleştirilebilir ancak uygulanıp uygulanmamasını tartışmaya açmak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti niteliğini tartışmaya açmaktır. Gazete ya da haber kanalı demek istemiyorum, ilgili yayının yaptığı habercilikle ilgili başvuruyu yaptık. Bir şekilde siyasal iktidarın izlediği politikalara dönük muhalefet haberlerini içeren ya da bunları kamuoyuyla paylaşan gazetecilere dönük 217/A uygulanırken, cumhuriyet savcılarının AYM üyelerini hedef haline getiren ve suç teşkil eden bu yayına ilişkin nasıl bir yöntem izleyeceklerini göreceğiz. Türkiye, bu tür yayıncılığın çok ağır sonuçlarını yaşadı. Bunun kesinlikle önüne geçilmeli.
Hrant Dink’in katili Ogün Samast, tahliye edildi. Değerlendirmeniz nedir?
Kamuoyunda ciddi ve haklı bir infial yarattı. Yargı sistemimizin her gün farklı uygulamalarla tartışıldığı çok ağır bir süreçten geçiyoruz. Hemen hemen her gün bir vakayla karşılaşıyoruz. Hrant Dink cinayeti ve infaz kararıyla ilgili konuşulacak birden fazla başlık var. Dink cinayetinde özellikle konunun münferit cinayet vakası olarak değerlendirilmesi; katilinin kolluk mensuplarıyla Türk bayrağının arkasında poz verme cüretine kadar vardırılan süreçte cinayetin arkasındaki unsurların aydınlatılmasına dönük herhangi bir çalışma yapılmaması; bu işin örgütlü suç kapsamında soruşturulması yürütülmeden ele alınması, bugün yaşadığımız ağır sonucun en temel sebebi olarak görünüyor. Bir bebeğin katile dönüşmesindeki karanlığın sorgulanması konusu, eksik bırakıldı. İkinci konu ise; koşullu salıverme kararlarını veren İdari Gözetim kurullarının objektiflikten uzak değerlendirmeler yapmaları konusunda son yıllarda aldığımız yoğun şikayetler var. Bu konuda bir keyfiliğin söz konusu olduğu yönünde çok sayıda şikayet alıyoruz. İlk günden itibaren Samast’ın işlediği cinayetten pişmanlık duymadığını belirtmesi, cezaevinde gardiyanlara saldırarak suç işlemesi gibi unsurlar göz önüne alındığında, iyi halli olduğu konusundaki kanaate nasıl ulaşıldığı konusunda şeffaflık unsuru taşımayan bu karar, bu infiali yarattı.