7 Mayıs 1924 tarihinde Cumhuriyet gazetesinin ilk sayısı çıktığında Türkiye Cumhuriyeti yeni kurulmuş, devrimler peşinde koşan, devrimleri hayata geçirmek için seferber olmuş bir ülkeydi. Amansız savaşlardan yeni çıkmıştı.
Ümmet değil millet olma; kul değil, vatandaş olma, “muassır medeniyete ulaşma” mücadelesini sürdürüyordu. O devrimin başında laiklik geliyordu. O devrimin başında herkes için eğitim seferberliği geliyordu.?O devrimin başında kadının toplumsal yeri, eşitlik mücadelesi geliyordu. O devrimin başında kültür devrimi geliyordu…
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurulmasını istediği, adını?verdiği Cumhuriyet, elbet bu devrimlerin bir neferi olmalıydı. Hedefi, devrim ilkelerini kollamak olacaktı. Ve oldu. Başka türlüsü düşünülemezdi.
Cumhuriyet gazetesi yayın hayatına başladığında ben doğmamıştım. Ancak şunu?çok iyi biliyorum: Hayatımda ilk gördüğüm gazete Cumhuriyet Gazetesiydi. Nereden biliyorum? Çünkü çekirdek ailenin yaşadığı eve tek gazete girerdi, o da Cumhuriyet. Ablam 6 yaşında okula başladığında ben 4 yaşımdaydım: Okulda her öğrendiğini gelip bana evde öğrettiğinden okuma yazma serüvenimin ister istemez bir parçası evdeki bu gazete oldu.
Yıllar geçti. Ortaokul, lise yıllarımda kavradım, Cumhuriyetin bir kültür gazetesi olduğunu ve sanat yaşamımıza ait çok şeyi sadece bu gazeteden öğrenebileceğimi. Aynı zamanda haksızlıklara karşı direnmem gerektiğini de… Artık İzmir’de yaşıyorduk ve eve hala sadece bu gazete alınıyordu. Ve benim hem sanat olaylarına, hem de toplumsal adalet denilen şeye sonsuz bir açlığım vardı. Cumhuriyet okuru olmanın da bir kültür meselesi, bir hayata bakış, dünyayı algılayış, kavrayış yolu olduğunu o yıllarda öğrendim.
Yıllar geçti. Paris Yüksek Gazetecilik Okulu’nda öğrenciyken, Türkiye’de ne kadar gazete varsa, onlara “Paris Mektubu” başlığı altında yazılar yollamaya başladım. Herhalde çoğu çöpe gitti. İki gazete,
“Ah siz keşke Cumhuriyet’te yazsanız” sözlerini… Hep aynı yanıtı verdim: Cumhuriyet’te zaten dü şüncelerimi, duygularım, paylaşan, benim yazdıklarımı yazan birçok gazeteci var. Bırakın ben burada kalayım…
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurulmasını istediği, adını?verdiği Cumhuriyet, elbet bu devrimlerin bir neferi olmalıydı. Hedefi, devrim ilkelerini kollamak olacaktı. Ve oldu. Başka türlüsü düşünülemezdi.
Sonra günün birinde Milliyet’ten ve yönettiğim Sanat Dergisi”nden kovulduğumda, yani sağır, kör, dilsiz olduğumda ilk duyduğum tümce “Kapımız sana hep açık, bekliyoruz. Ne zaman hazır oldursan gel!” diyen İlhan Selçuk’un telefondaki sesiydi…
Cumhuriyet gazetesi yayın hayatına başladığında ben doğmamıştım. Ancak şunu?çok iyi biliyorum: Hayatımda ilk gördüğüm gazete Cumhuriyet Gazetesiydi. Nereden biliyorum? Çünkü çekirdek ailenin yaşadığı eve tek gazete girerdi, o da Cumhuriyet. Ablam 6 yaşında okula başladığında ben 4 yaşımdaydım: Okulda her öğrendiğini gelip bana evde öğrettiğinden okuma yazma serüvenimin ister istemez bir parçası evdeki bu gazete oldu.
“Yeni Gazete” ve “Cumhuriyet” bu yazılarımın kimilerini yayımlamaya başladılar. Dünyalar benim oldu!
Okul bitti çalışma hayatı başlayacak. Soluğu Cumhuriyet’te aldım. “Çalış ama para veremeyiz” dediler. Oysa para da kazanmam gerekiyordu, doğru “Yeni Gazete”ye girdim. Bir yıl Nezih Demirkent’in yönettiği “Yeni Gazete”; hemen ardından 33?yıl boyunca da Abdi İpekçi’nin Milliyet”i benim “yuvam” oldu.
Bütün o yıllar boyunca okurlardan ne kadar çok duydum:
“Ah siz keşke Cumhuriyet’te yazsanız” sözlerini… Hep aynı yanıtı verdim: Cumhuriyet’te zaten dü şüncelerimi, duygularım, paylaşan, benim yazdıklarımı yazan birçok gazeteci var. Bırakın ben burada kalayım…
Bütün o yıllar boyunca tüm gazeteler birbiriyle yarışırken kap kacak, tencere tava, ansiklopedi vb. dağıtırken, ah ne kıskanırdım Cumhuriyet’in “Cumhuriyet sadece gazete verir” sloganını…
Sonra günün birinde Milliyet’ten ve yönettiğim Sanat Dergisi”nden kovulduğumda, yani sağır, kör, dilsiz olduğumda ilk duyduğum tümce “Kapımız sana hep açık, bekliyoruz. Ne zaman hazır oldursan gel!” diyen İlhan Selçuk’un telefondaki sesiydi…
O günden bu yana 22 yıl geçti.
Dört yaşımdayken başlayan Cumhuriyet Serüveni o gün bugündür sürüyor. O gün bugün, kah vurulduk, kâh öldürüldük, hapse atıldık, (unutma bizi!) kâh “vatan haini”, “terörist” olduk; kâh kendi gazetemizi bombaladık, kâh pis komünist, kâh pis kapitalist olduk…
O gün bugün yönetimler değişti, yazarlar değişti, teknik?ve ekonomik olanaklar, sayfa düzenleri değişti. Baskılar (hem maddi hem manevi anlamda) değişti. (Zaten bizler de geçiciyiz.) Ama Cumhuriyet varlığını?hep sürdürdü. Ve sürdürecek. “Cumhuriyet kültürdür” düşüncesi de… Nice 100 Yıllara!